9.11.2008

...

"Bir uykuyu cânanla berâber uyuyanlar,

Ömrün bütün ikbâlini vuslatta duyanlar,”

Yahya Kemal Beyatlı, Vuslat


Anlatılamayan, aktarılamayan, akıl ile kavranamayan ve bilhassa aklın akılsal zemini üzerinde ağır aksak, yalpalayarak yürürken gedikler açan, onunla çelişen, çeliştikçe güzelleşen, büyüyen ve sanki bizim bu tutarsız şapşal durumumuzdan belli belirsiz bir haz duyan, bizimle eğlenen; atamadığımız, satamadığımız pekte kurtulmak istemediğimiz bir şeydir âşk. Aslında varlık demek istiyorum aşka ama bugün, bu yazıda değil.

Her âşık ahmaktır. Boş bakan gözleri, boş sözleri, abuk sabuk tutarsız davranışları bir olur, tanıtır âşık olanı sanki alnında yazıyormuş gibi. Âşık böyle dolanır durur ama elbette bu dışarıdan bir gözlemcinin deneyimlemediği bir durum hakkında akılsal yorumundan öte bir şey değildir. Âşığa göre âşk nedir?

Aşk! Ne kuvvetli ne tesirli ne görkemli bir kelime… Sevginin ötesinde, sevgiyi kapsayan, sarmalayan, yutan, tüketen bir duygu bu… Âşık her zaman umut dolu gözlerini sevilenin ufkuna çevirir, çevirir ki bir kıvılcımı kora çevirebilsin. Acı çekmekten duyduğu hazzı arttırabilmek için bir âşık, her çareye başvurur. Sevilenin adını binlerce kez anar, attığı her adımın izini arar yollarda, gözlerine gözlerinden bir perde çeker de o mukaddes anı bozmamak için nefes almayı bile haram sayar kendine. Sevdiğinin dışında var olan hiçbir şey onun dikkatini çelemez, tüm varlığını onunla katıştırmak için çabalar durur. Yani âşık, âşkından mürekkeptir. Âşkından öte, âşkından beri hiçbir şey değildir. O kadar ki, kendi vücudu bile fazladır ona sevdiğinin yanında, ellerini koyacak yer bulamaz, ayağı tökezler yürürken…

Kulağa tuhaf gelen akıl ile çelişen bir durumdan bahsediyorum ki okuyan anlayamaz benim yazarken anlayamadığım gibi ama aklını bertaraf etmeye çalışarak deneyimlerinin üzerinden düşünerek değil, yalnızca hissetmeye çabalayarak az çok dediğimin farkına varabilir. İşte dostum Werther, anlayamayacağımız ama bir ihtimal hissedebileceğimiz duyguların sarhoşluğu ile Bazen aklım almıyor; onu yalnızca ben, öylesine içten, öylesine dolu dolu severken, ondan başka hiçbir şey görmez bilmezken, ondan başka hiçbir varlığım yokken, nasıl olurda onu bir başkası da sever, sevebilir derken tamamen ahmak, tamamen şapşal, tamamen âşıktır.

Âşkından ibaret olma durumu içinde kavranabilir değildir, sevilenin bir rakip tarafından kendisi gibi sevilmesi. Kendisi anbean tükenir, erir sevilenin gölgesinde, ona karışır, bir bütün, bir tek olmaya doğru yol alır. Ama bu öylesi zor bir iddiadır ki âşığın aklı ilk defa, aslında varsayılan âşkın imkânsız olduğunu dolaylı olarak, bir rakip üzerinden kavrar. Fakat öylesi küçük bir andır ki bu yalnızca rakibinin sözde âşkını inkâr etmeyi mümkün kılar ve sonra kaldığı yerden devam eder acı çekmeye âşık. Böylemi olmalıydı; insanın mutluluğunu oluşturan şey, aynı zamanda kederinin de kaynağı mı olmalıydı?

Kendi varlığı ile doldurduğu âşk, elbette sevilenin varlığından başka bir varlığı hele bir rakibi kabul edemez.

Böylesi bir âşktan ya onu söküp atarak kurtulmak mümkündür, ya da onun çekiminde tükenmek kaçınılmazdır. Bir âşk ki insanın belki de en büyük arzusunu, en kuvvetli içgüdüsünü yenerek varlığına son verdiriyor kendi elleri ile. Bir sevilen ki sevene ümit olarak intiharı sunuyor. Bu şekildeki bir kördüğüm nasıl çözülür? Makasla kesmeniz lazım ipi, çözemeyeceğiniz kadar körse düğüm. Koparmanız lazım bağlantı yerini. Koparmanız.

İşte bu bakımdan çok özel bir durumdur âşk, akla rağmen var olmaya devam eder. İntiharı bile mümkün kılar. Yine de âşk üzerinden bir yerlere gelmek olası gibi duruyor. Âşk üstüne bir şiirin farklı bir ekinde, çok eskiden yazılmış olması bile bizde âşka dair, kendi âşkımıza dair bir takım izlenimler uyandırmasına engel olamıyorsa ve böylesi bir başarıyı aklın hiçbir ürünü sağlayamamışken, âşkı en azından bir başlangıç noktası olarak düşünmemiz pekte iğreti durmuyor. Belki de âşkın özelinde, duygular ya da hissedilen o şeyler her neyse, onlar üzerinden bir mutlak arayışına gidilebilir. Ne de olsa âşk aklın yanılgıya düştüğü, bocaladığı yer değil midir? O halde belki aklın tıkandığı yeri açmak bir şekilde mümkün olabilir.

Âşkı anlamak ne kadar imkânsız ise, âşkı hissetmek, dahası yaşamak o kadar kaçınılmazdır. Mesele onun nasıl vuku bulduğu, nasıl karıştığıdır kanımıza…

Hiç yorum yok: