2.11.2008

...

İdealize edilmiş kavramların üzerinden konuşur etik kuramlar. Etiğin doğasında vardır bu, olan karşısında rahatsızlık duymanın, olması gereken hakkında düşünmeye sevk etmesi ve böylece ortaya çıkan düşüncelerin tutarlı bir bütün halinde, az çok bilgi kıvamında, mutlak olarak servise sunulması. Bir topluluğun, genelde hakim topluluğun, çıkarlarına ters düşmemesi, yaşam biçimleriyle kesişmesi ve gündelik hayat sırasındaki edimlerin ve eylemlerin meşru kılması… Etiğin ya da bir etik kuramın işlevi budur. Kendisi ya da amacı budur demiyorum ama işlevi budur.

Böylesi zor bir işi ilke edinmek görünen dünyanın ötesine geçmek gerektirir, olsun veya olmasın… Dinamik bir şeydir oysa yaşam; durdurmak ne kadar imkânsız ise onu, kalıplar içinde yaşamak bir o kadar imkânsız ve manasızdır. Deney ve gözlemin aklın mutlak alanını terk ettiği, dolaysız olarak doğruları teori odaklı gözler önüne seremediği etik alanda; makul bir fikir öne sürmenin kıstası, gerçekle birebir uyum içinde olmayan, bilhassa karşılığını gözlemlemenin mümkün olmadığı ama deneyimlerin ve gözlemlerin soyut imgelemler olarak yorumlanması sonucunda elde edilebilecek veya elde edilmesi umulan, ideal ve mutlak kavramlar üretmek o etik alanı var eden kıstastır. Masumiyet gibi…

Masumiyet etik bir kavram mıdır? Tartışılır. Yine de etik ile olan bağı yadsınamaz ya da hiçbir etik kuram bu alana gönderme yapmadan tamamlanamaz, en azından dolaylı olarak bahseder ondan. O halde masum olduğunu iddia eden birisi “masumiyet” kavramının içermediği, tanımlamadığı veya onunla çelişen, hiçbir edim veya eylemin eyleyeni olmamalıdır. Sadece aptallar masumdur bu bakımdan haklı bir iddia. Çünkü masum olmak ya da bir bireyin masum olması ancak ve ancak o bireyin “masumiyet” kavramıyla çelişmemesi ile mümkündür. Ama herkes çelişir! Belki bir çocuk veya bir bebek, ama ötesi ister istemez çelişir… Dediğim gibi hayat dinamiktir ve salt idealize edilmiş mutlak kavramların ilke edinilemeyeceği kadar karmaşıktır. Durumlar karşısında verebileceğimiz tepkilerin matematiksel fazlalığı -mümkün olanın olasılıkları- açısından bile böylesi durağan bir kavrama, hatta herhangi bir kavrama, uydurulmuş, eklemlenmiş bir hayat düşünülemez. Kaldı ki, süreç halinde olagelen yaşantımızda her anın bir diğeri ile olan canlı bağları düşünüldüğünde, etik bir kavrama kelimenin tam anlamıyla bağlı kalarak yaşamak tasarlanabilir bir şey değildir. Eğreti durur. Hayat, hayat gibidir işte… Bildiğiniz, yaşadığınız gibi…

Buraya kadar bahsedilmeye çalışılan durum, “masumiyet” gibi bir kavramın, bir bireyin hayatının her anında belirleyici olamayacağına dair. Çünkü kavram üretmek, birincil durumlar üzerinden soyut genellemeler yapılarak mümkündür hele ki bu genelleme etik alana dair bir genelleme ise kavramınızı mutlak ile süslemek bir gelenektir. Birincil durumların değişkenliği böylesi bir kavramın, en azından pratik olarak gerçekliğini gölgeler. Peki, bir bireyin hayatının herhangi bir anında, herhangi bir ediminde veya eyleminde masum olması, masumiyet ile çelişmemesi mümkün müdür?

Açlıktan neredeyse ölmek üzere olan ve parası olmayan bir adamın, Kuğulu Parkta bir simit tezgâhından, bir tane simit çaldığını ve bu olayın yalnızca o an bankta oturan bir başka adam tarafından görüldüğünü ve bu adamın olaya göz yumduğunu düşünün. Burada her üç adam da baktığınız açıya göre masumdur ve masum değildir. Simidi çalan adam masum değildir çünkü kendine ait olmayan ve bir değere sahip olan bir nesneyi bedelini ödemeyerek almıştır. Hem o simidi üreten kişinin emeğini ve parasını, hem o simidi satan adamın emeğini ve parasını çalmış, hem de hırsızlık yapıp toplumun yazılı kurallarını ihlal ederek toplum düzenini bozmaya yeltenmiştir. Bu adam masumdur çünkü o an açlıktan ölmek üzeredir ve o simidi çalmaktan başka çaresi yoktur, varsa bile açlığından dolayı aklını o an kısıtlı kullanmış bir başka çare düşünememiştir. İlk aklına gelen yolu, hayatta kalmak için uygulamıştır; bir bakıma bu hareketi yapmasına neden olan şey, türünün evrim ile kazandığı ve hatta türünün yok olmamasının tek nedeni olan şey olduğu için -hayatta kalma içgüdüsü- davranışı evrimsel olarak açıklanabilir ki bu bakımdan masumdur. Simitçi masum değildir çünkü o an işiyle meşgul olması, simit satması ve satacağı simitleri kollaması gerekirken kuğuları izlemeyi tercih etmiştir. Böylece çaldırdığı simitle hem onu üretenin emeğini ve parasını, hem kendi emeğini ve parasını hem de sorumlu olduğu kişilerin (belki ailesi, çocukları, karısı) parasını çaldırmıştır. Bir bakıma bu açıdan bakıldığında bunun nedeni kendisidir, belki haklıdır ama masum değildir. Öte yandan masumdur çünkü simit tezgâhından kendisinin haberi olmadan, üstelik tezgâhının başındayken ve bir anlık dalgınlığı sonucunda çalınmıştır. Kendisinin o an müdahale etme şansı yoktur. Bankta oturan adam masum değildir, çünkü birinin hırsızlık yaptığına şahit olmuş ama bu duruma göz yumarak parçası olduğu toplumun yazılı kurallarından birinin ihlal edilmesine ve dolayısıyla o kuralın işlevini yerine getirememesine neden olmuştur. Bir vatandaş olarak görevini yapmamış, toplumsal düzenin bozulmasına dolaylı olarak katkıda bulunmuştur. Simit çalan adamın başka bir suç işlemeyeceğinin, kuralları bir daha bozmayacağının garantisi yoktur ve uymayacağı her bir kural toplum huzuruna zarar verecektir. Bankta oturan adam masumdur çünkü adamın aç olduğunu, çaresiz olduğunu fark etmiş yaptığı davranışın kimseye doğrudan büyük bir zarar vermeyeceğini düşünmüştür. Müdahale ettiği takdirde hem simidi çalan adamın yaptığı yanlış davranışı ortaya çıkararak gururunu kıracak hem belki de simitçi aşırı tepki göstereceği için o an parktaki huzurlu ve neşeli ortamın bozulmasına neden olacaktı. Ya da simitçinin haklı olarak simidi çalan adamın ceza almasını istemesi ile durum yargıya, en azından polise intikal edecek ve iki kurum o an böylesi küçük bir sorunla uğraştığı için, toplum huzuru açısından daha önemli ve acil sorunlarla uğraşamayacaktı.

Bu uzun ve karmaşık düşün deneyi aracılığı ile rahatça söylenebilir ki “masumiyet” gibi bir kavram, o kavram üzerinden konuşacağımız herhangi belirli bir anda bile kesin ve mutlak bir yargıya varmamıza olanak tanımıyor. Bu açıdan sadece aptallar masumdur yine haklı bir iddia çünkü her durum farklı okunma potansiyeline sahiptir. Okuyana göre değişen bir şey olması veya okuyanın kültürüne göre değişen bir şey olmasından bahsetmiyorum. Yani kültürel görecelikten öte bir şey söylüyorum. Kuramsal olanın pratik olan üzerine yargıya varmasının pekte olası olmadığını, yani kuramın araçları olan kavramların; yaşanan hayatın gerçekliği üzerine mutlak kıstaslar sunamayacağını söylemeye çalışıyorum. Aksi halde iddiamız kavramların nihai gerçekliklerin kılavuzu olduğu yönünde olmalıdır. En azından etik kavramların yaşanması gereken hakkında söz sahibi olduğunu söylememiz gerekir “masum” olduğumuzu iddia ederken. Belki belirli bir çerçevede haklı olduğumuzu iddia edebiliriz ama masum olduğumuzu söylemek mümkün değilmiş gibi gözüküyor.

Aslında kavramlaştırdığımız her şey için böyle bu, masum değiliz, âşık değiliz, dürüst değiliz, iyi değiliz… Yaşadığımız neyse oyuz biz, kavramlara göre yaşayacak değiliz!

Hiç yorum yok: