12.10.2008

Aramak ve bulmak üzerine bitmemiş bir deneme …



Arkadaş Türkçe Sözlük’ü hazırlayan Ali Püsküllüoğlu, “aramak” eylemini tanımlanırken “bulmak” eylemine, “bulmak" eylemini tanımlanırken de “aramak” eylemine göndermede bulunmuş. Tanımlar şöyle:

Bulmak: 1) var olduğu bilinmeyen ya da bilindiği halde göz önünde olmayan bir şeyi “arayarak” ortaya çıkarmak.

Aramak: 1) bir kimseyi ya da bir şeyi “bulmak” için araştırmak.

Sözcüklerin başka anlamaları da var; ama konu ekseninde onlarla bir ilgimiz yok.

Tanımlardan anlaşılabileceği gibi aramak, bulmayı önceliyor, e.d. bulmak için aramak, e.d. bir şeyi bulabilmek için onu aramış olmak gerekiyor. Yukarıdaki tanımlar kapsamında aslında aramıyor olduğum şeyin – bir şekilde – karşıma çıkması onu bulmuş olmam anlamına gelmiyor; çünkü bulmak, aramayı, arayarak ortaya çıkarmayı içeriyor. Bu noktada soru, aramadan bulmanın olanaklı olup olmadığı.

Aramadan bulmak olanaklı mı?

Ben, naçizane, aramadan bulmanın olanaklı olmadığını düşünüyorum. Bir şeyi ya da kimseyi bulmak için onu aramam gerektiğini; onu arayabilmem ve dolayısıyla aramam sonucunda bulduğumda, bulduğumun, aradığım ve dolayısıyla bulmak istediğim şey olduğunu anlayabilmem için de – daha onu aramaya başlamadan önce – aramaya başlayacağım o-na ilişkin zihnimde bir şeyler bulunması gerektiğini düşünüyorum. Daha kısa bir ifadeyle “ne” aradığını bilmeyenin, bulduğu hiçbir şeyin aradığı o şey ya da “ne” olduğunu bilemeyeceği, dolayısıyla ne aradığını bilmeden bulup bulup duracağı; aslında bir şey buluyor da olmayacağı düşüncesindeyim.

“Ne aradığımı bilmek”, o aradığımı bulmak yolunda olmazsa olmaz bir araç bana göre. Ne aradığımı bilmeden, o aradığımla karşılaşmam, aradığımın ve bulmak istediğimin o olduğunu bilmediğimden, onunla karşılaşsam da onu bulmamın önüne geçecektir. Onunla karşılaşacak; ama onu bulamayacağımdır. Diğer yandan onu bulduğumu sanmalarım da “bulduğumu sanmak”tan ve süreğen bir düş kırıklığından başka bir şey olmayacaktır. “Bulduğumu anlamak” yerine bulduğumu sanmayı sürekli tekrarlıyor olmamın ve bu tekrar dolayısıyla süreğen düş kırıklıklarımın nedeniyse ne aradığımı öğrenmemin, bulma yanılsamalarım üzerine kurulmuş bir deneme-yanılma yöntemine dayanıyor olmasıdır. Eş deyişle ne aradığımı bilmek ve o aradığımı bulmak yerine; buluyor – daha doğrusu – karşılaşıyor olduklarım üzerinden arıyor olduğumun ne olduğunu bilmeye çalışma yöntemim, sözünü ettiğim.

Bir kimseyi ya da bir şeyi “bulmak” için araştırmak, e.d. aramak, o şeyin ya da kimsenin peşine düşen kişinin o şeye ya da kimseye ilişkin bilgi sahibi olmasını gerektirir. Var olduğu bilinmeyen bir şey olsa da bulmak istediğim ya da var olduğunu bildiğim; ama görünür olmayan bir şey olsa da aradığım, aradığımın ne olduğunu bilmem, o var değilse, onu var kılmayacaktır belki; ama görünür olması halinde onu gözden kaçırmamın da önüne geçecektir.

Eğer aradığım, daha öncesinde ne olduğunu bildiğim; dolayısıyla bir biçimde bulmuş olduğum; ama şimdi göz önünde olmayan; dolayısıyla yine arıyor olduğum bir şeyse, onu tekrar bulmama ilişkin olarak – ne olduğunu daha önceden biliyor olmamdan dolayı – bir sorun gözükmüyor. Ancak var olup olmadığını bile bilmediğim bir şey veya kimse söz konu olduğunda o şey/kimse görünür değilken, deneyim alanıma hiçbir şekilde katılmamışken onunla ilgili nasıl bir bilgim olabilir?

Bilginin tek kaynağı deneyim değildir, diyerek kaçabilirim bu sorudan ve usa, usun ne aradığını bilmek yolundan ne aradığına ilişkin kendi içinde sorduğu sorulara, oradan da Heidegger’e sığınabilirim belki:

Heidegger, Varlık ve Zaman’ın giriş bölümü, “Varlık sorusunun biçimsel yapısı” adlı ikinci kısmında, her sorgulamanın bir arama/arayış olduğunu ve her arayışın aranandan önce yönünü belirlediğini belirttikten sonra sorgulamanın, varlıkların nelikleri konusunda bilen bir araştırma olduğunu ekliyor.

İşte bu sorgulama yoluyla ki arama/arayış kör değil; bilen bir arayışa, ne bulmak istediğine ilişkin önceden – ortalama ve belirsiz de olsa – bir kavrayışa sahip bir arayışa dönüşüyor …



Hiç yorum yok: