28.09.2008

Bu yazıyı adlandırmıyorum o yüzden bu yazı yoktur

“Adlandırılmayan yoktur.”

Öncelikle şunu söylemeliyim ki vardır.

İnsan denilen yaratık bu dünyaya gelmeden önce buralarda çok taş vardı. Bu taşlar, öylece durup bekliyorlardı. Bir sürü su da vardı. Taştan bile çok su vardı. Gölü olsun, okyanusu olsun. Fakat yazıktır ki onlara ad verecek kimse yoktu. Var olduklarından hiç kimsenin haberi yoktu çünkü ilginçtir ki etrafta kimse yoktu. Ama birileri sonradan ortaya çıktı, sen ben hepimiz, insanlık diyoruz biz şimdi kendimize. Yalnız ilginç olan şu ki, insanlık denilen bu şey, eğer bu taşlar ve kova kova su olmasaydı ortaya çıkamazdı. Peki bu ne demek oluyor? Açıkça ve basitçe: Dil denilen şey olmadan önce de, adlar konmadan önce de taşlara ve sulara, birşeyler vardı. (Bazı hayalgücü dizginsiz kişiler gelip “Ya uzaylılar varsa” veyahutta “Allah” diyebilir, ama ikisi de bu tartışma itibariyle “hayal ürünü” ya da “yersiz” oluyor)

İkinci olarak eklemeliyim ki vardır.

Hatırlar mısınız geçen gün blogda bir yazı yazdım, bir nesne keşfedildi uzayda, ilk defa görülüyor, yıldız, karadelik falan hiç bir şeye benzemiyor, bütün insanlık tarihi boyunca ilk defa görülen bir nesne diyordum bu yazımda. Bu nesnenin ne olduğunu bilmiyoruz ama algılayabiliyoruz. Benim gibi bir adama gösterse bu cismi keşfeden bilim adamı ben bu nesneye “yıldız” derim geçerim ama yanılmış olurum. Yine de o bilim adamı da en kötüsünden bu yeni keşfedilen nesneye bir “gök cismi” diyebilir. Sınıflandırma yapılır. Dil, algılanan nesneyi hemen içine alır, yani “dilimiz tutulmaz”.

Buradan iki yöne gidebiliriz bence: Bir, ne görürsek görelim, istersek 10 km boyunda ve 6. boyuttan bir ucube insin gökyüzünden, korkumuz geçince ona bir isim hemen buluruz, en kötüsü yine ben “yaratık” derim, bilim adamı “anomali” der, ama ikimiz de yolumuzu buluruz. Yani istersek evrenin en uçuk nesnesini görelim, yine de onu adlandırabiliriz. Hatta şimdi bu yattığım yerden bile hemen her şeye isim verebilirim. “Numen” diyorum ben buna. Copyright Baran. Her şeyin ismi var artık, ne kadar hoş, zaten çözülmüş bu sorun. (Algımızın sınırları dışında kalanla, algılamadığımız arasında bir fark olmadığı için numen diyorum)

İkinci yön ise şu ki, algımız dilimiz tarafından biçimlendirilir ve dilimiz de algımız tarafından.

Yumurta tavuk tartışmasına girmeyeceğim bu ikisi arasında ki. Bilinç dediğimiz şey bir çeşit “narrative” ise eğer o zaman zaten sorun yok. Eğer bilinç başka bir şey ise o zaman eğer çok uğraşırsak belki dilden kurtarabiliriz bilinci. Yani bilinç belki çok daha temel bir etken ve dil onun bir ürünü ya da görünen ya da yüzeydeki kısmı ya da dil kültürel bir ürün vs. Ama her ne olursa olsun bu tartışmaya giremiycem. Kusura kalmayın.

Eğer bilinç ve dil birbiri içine kenetlenmiş, geçmiş, ayrılamayan iki parça olarak görülürse “adlandırılmayan yoktur” biraz açılıyor. Yani “hakkında düşünülmeyen şey yoktur” anlamına geliyor bu açıdan bakınca. Ya da “bilincin içinde olmayan yoktur”, “bilincin dışında kalan şey yoktur”.

Peki iyi güzel. Ama şimdi ne yaptık yine? Dedik ki: “Eğer bilmiyorsam, görmüyorsam, düşünmüyorsam,hatırlamıyorsam, algılamıyorsam, yoktur.” Fakat pek te güzel vardır. Ne olduğunu bilmemek, algılamamak, bilincimiz dahilinde olmaması, “bundan başka” bir şey olmadığı anlamına gelmez. O uzayın bir köşesinde keşfedilen nesne , biz onu gördüğümüz için var olmadı, Allah’ın bile unuttuğu bir yerde öyle bekliyordu ve biz gördük onu ve adlandırdık, bilincimize dahil ettik, ha şu “bilinmeyen nesne” dedik.

Peki sorun nereden çıkıyor? Sorun şu ki hala biz bütün salaklığımızla dünyayı evrenin merkezine koyar gibi, insan zihnini evrenin merkezine koyuyoruz. Bütün varoluş bizim bilincimiz etrafında dönüyormuş zannediyoruz. Böyle olunca da bize öyle geliyor ki, insan yok olunca bütün evren de silinecek. YOK ÖYLE BİR ŞEY! Hatta daha ileri gidip, bilinci dil ile bütünleşik ve ayrılmaz görmenin bile çok kesin olmadığını düşünüyorum. Bence bilinç dil olmadan da pekala içinde bulunabilinecek bir uğraşı. Ama bu iddayı tartışmak hiç te kolay bir şey değil. Nasıl olduğunu ya da olabileceğini bilmiyorum. O yüzden bunu bırakıyorum bir kenara.

Peki ya üçüncü olarak ne düşünüyorum biliyor musunuz? Evet vardır.

Peki ya bambaşka bir anlama geliyorsa bu önerme. Ya söylemek istediği “adlandırılmayan bilin(e)mez” ise. O zaman öyle diyecekti, “yok” demeyecekti. “Bilin(e)mez” bir epistemolojik iddaa oysa “yok”, ontolojik. O yüzden bunu tartışmaya gerek görmüyorum.

Bir de dördüncü ve benim en çok hoşuma giden bir yaklaşım var ki o da adlandırılmamış hiç bir şey kalmadı demeye geliyor ki bunu tartışmaya gerek yok, yeni bulunan uzay nesnesi bunu yanlışlıyor.

Sonuç olarak, bana hoş gelmiyor kendi varoluş ve düşünüş sınırlarımız içinden “ var” ya da “yok” demek. “Adlandırılmayan bilinemez” çok daha sağlam bir önerme olurdu. “Bilinmeyen yoktur” ise (ki bence “adlandırılmayan yoktur” ile aynı yere çıkıyor) saçmalar ötesi bir önerme. Eğer öyle olsaydı hiçbir şey öğrenemezdik değil mi? Hahaha!

Peki eğer benim biraz önce yaptığım şekilde açarsak bu önermeyi, yani “bilinmeyen yoktur” dersek bu nasıl bir önermedir? Onu da cevapladım yukarıda. Var ya uzay nesnesi o işte.

Hiç yorum yok: