21.09.2008

“Ben”i önceleyen “Sen” ...



Martin Buber… Yukarıdaki alıntının da onun ekseninde yorumlanması gerektiğini düşündüğüm ‘sen felsefesi’nin Avusturyalı-Yahudi mimarı… İlk kez Felix Körner’in felsefi antropoloji dersinde karşılaştığım Buber’in, o zamandan bu yana, anlaşılması güç bir filozof olduğunu düşünüyorum. Nedeniyse sözcüklere dökmeye çalıştığı birçok durum ve sürecin, çözümlenmesi, sınıflanması kolay olmayan, üzerinde düşünmeye başladığınızda tüm anlam içeriğini yitirir görünen durum ve süreçler olması. Öyle durum ve süreçler ki bunlar, duyumsadığınızdan çok daha azını sözcüklere dökebilir olduğunuz için hem duyumsandıkları anlamda anlaşılır olmayı yitiriyorlar hem de o durumu henüz deneyimlememiş olanlar söylediklerinizi bir türlü bir bağlama oturtamıyorlar.

Sizin de yaşamış olduğunuz bir durumdur: Çevrenizdekilerce sizin anladığınız düzeyde anlaşılmayacağını düşündüğünüz bir öykünüzü – aslında bir o kadar da çok anlatmak isterken – anlatmamayı seçmiş ve sessizliğe gömülmüşsünüzdür. Sorunun bir ayağı anlatabilmektedir; daha doğrusu anlatamamakta, e.d. duyumsadığınız denli anlatamamakta. Diğer ayağıysa anlaşılmamakta değil; duyumsanamamaktadır; çünkü sizin duyumsadığınız ve ancak anlatarak aktarabileceğiniz şeyler, karşınızdakinin anlayarak duyumsayabileceği değil; ama tam tersi duyumsayarak anlayabileceği şeylerdir ki orada sözcüklerin bir anlamı yoktur.

İşte Buber’i anlamanın güçlüğünün yukarıda anlatmaya çalıştığıma benzer durumlardan ileri geldiğini düşünüyorum. Onun, sessizliğe terk edilmesi beklenen durumları sözcüklere dökme çabası…

‘Sen felsefesi’nin temel izleklerine şöyle bir bakacak olursak Buber, insan ile içinde bulunduğu dünya ve o dünyanın içinde bulunan diğer varlıklar arasında iki temel ilişki türü olduğunu öne sürer: Ben-Sen ve Ben-O ilişkileri. Bu iki farklı ilişki türünün yarattığı ikiliğe diyalojik ilke, ve o ikilik üzerinde yükselen varoluşa da diyalojik varoluş adını verir. Ben-Sen ilişkisinde deneyimlenen diyalogken, Ben-O ilişkisinde deneyimlenen bir monologdur.

Ben-Sen ilişkisinin temelinde karşılaşma eylemi, karşılıklı olma durumları vardır. Ben ve Sen arasında canlı bir mübadele söz konusudur. Ben için Sen, neyse odur. Bu ilişki türünde Ben, Seni varolduğu durumuyla kabul eder, ona ilişkin hiçbir değerlendirmede, sınıflamada, incelemede, onu araç konumuna indirgeyecek hiçbir davranışta bulunmaz; Seni bir amaç olarak deneyimler. Benin Sende peşinde olduğu Senin otantik bireyselliğidir. Sen, Benin düşündüklerine ve beklediklerine rağmen kendi bireyselliği, e.d. Sen oluşuyla – ki o da sonuçta bir Bendir – Beni yanıtlar. İşte Ben, Seni nesneleştirmeden onunla girdiği karşılıklı ilişkiyle Ben olur. Buber’e göre insan, diğer insanlarla karşılıklı ilişki içine girerek ‘kişi’ olur ve bu kişi “Ben” demeyi, ancak ilişki içinde bulunduğu kişilerin Seni olarak öğrenebilir. Bu karşılıklı olma durumuyla ki Ben-Sen mübadelesi gerçekleşir, e.d. bir Ben-Sen ilişkisinde Ben olan aynı zamanda bir Sendir de; ama ilişkiler yalnızca Ben-Sen ilişkisinden ibaret değildir.

Diğer ilişki türü ise Ben-O ilişkisidir ve yukarıda da belirtildiği gibi bu ilişki türünde deneyimlenen diyalog değil; monologdur. Monologdur; çünkü bu ilişkide, Ben-Sen ilişkisinde olduğu gibi bir karşılaşma ya da karşılıklı olma durumları söz konusu değildir. Bu ilişki türündeki Ben, bir öncekinden farklı olarak ‘kişi’ değil; ama ‘ego’dur. Ego, e.d. Ben, karşısındaki varlığa ilişkin olarak kendi düşüncelerini oluşturur ve o düşünce ve kavramsallaştırmaları karşısındaki varlığa yükler. Bu noktada, karşısındaki varlık ne olursa olsun Ben tarafından bir nesne olarak görülür ve Benin kendi gereksinim ve çıkarlarınca bir araç olarak kullanılmaya açık duruma gelir. Bu ilişkide Senin bir Ona dönüşmesinin nedeni; daha doğru bir ifadeyle Benin karşısındakinin bir Sen değil de bir O olarak görülmesinin nedeni Benin karşısındakini kendi otantik varoluşu içinde görmeyi bırakıp kendi kavramsallaştırmasını ona yansıtması ve onu bir nesne düzeyine indirgemesidir.

İronik olan Benin, Ben-O ilişkisiyle Ben olabileceğini sanmasıdır. Ortada diğer egolar ya da O-lar arasından sıyrılmaya çalışan bir ego vardır ve bu ego, bir Ben olduğu yanılsamasını taşır; ama Buber’in bakış açısıyla diyebiliriz ki kişinin Ben olması diğerlerinin arasından sıyrılmasıyla değil; diğerleriyle ilişki içinde olmasıyla gerçekleşir ki bu da Ben-Sen ilişkilerine zemin hazırlar. Ben-Sen ilişkisindeki Sen üzerinden kişi, Ben olduğunun farkına varır. Sonuçta Ben olmanın asıl yolu “Sen” diyebilmekten ve “Sen” adıyla çağrılanca da bir Sen olarak imlenmekten geçer, e.d. “Sen” dediğinizin de sizi bir Sen olarak görmesinden. İşte mübadele ya da değiş-tokuş bu süreçle yaşanır ve kişi Ben olmayı deneyimler.

Buber’in büyükbabasının çiftliğindeki atla arasında geçenler, Ben-Sen ilişkisinde yaşanan bir karşılaşma eylemi, karşılıklı olma durumudur. İlginç nokta Buber’in Seni, olağan koşullarda “hayvan” deyip geçilebilecek bir attır; ama Buber’in Ben-Sen ilişkisine girdiği at da Buber’le bir Ben-Sen ilişkisine girmiştir ki bu birçok hayvanla sahibi arasındaki ilişkinin hayvan tarafınca deneyimlenen yüzüdür. At (Ben), Buber’i bir Sen olarak görmüş ve onun yaklaşmasına izin vermiştir:

Diğerinin yoğun diğer oluşu, ama sığır ve koçun diğer oluşu gibi yabancı kalmayan bir diğer oluştu bu, daha çok yaklaşmama ve dokunmama izin veren bir diğer oluş. Kudretli atı okşarken ve elimin altındaki hayatı hissederken, sanki canlılık unsurunun kendisi tenime, ben olmayan bir şeye, bana tamamen yabancı olan bir şeye, diğerine, ama yalnızca bir diğerine değil Diğer'inin kendisine değiyordu; ama yaklaşmama izin veriyordu, bana kendini açıyor, kendini güçlü bir şekilde benimle kurduğu Sen ve Sen ilişkisine bırakıyordu.

Buber (Ben) için de atı bir O değil; Sendir bu durumda. Atı kendi otantik varoluşu içinde görür ve atın canlılığına dokunur Buber. İnsanlarla sürekli birlikte olduğumuz, birbirimize dokunduğumuz, öpüştüğümüz, seviştiğimiz için farkındalığını yitirmiş olduğumuz bir duygu olabilir canlılık. Atın derisinden elimize akan ısı, o derinin titreşimi, o derinin altında yaşananlar, bir insanın dokunabileceği, duyumsayabileceği düzeyde atın kendisi. Onun teni üzerinde kayan ellerinizin hemen altında. Zevk verici ya da eğlenceli olmasını bir yana bırakın bir canlının, canlılığın sıcaklığına dokunabilmek, onunla canlı olmak üzerinden bir ilişki kurabilmek…

Şimdi de bir kadına ya da erkeğe dokunduğunuzu düşünün… Az önce de belirttiğim gibi aşina olduğumuz bir durum bu artık; ama aşinalığımızı ve o dokunuşun bedenimizde yaratacağı hazzı bir kenara bırakarak düşünmeye çalışın… Bir kadının dudaklarındaki sıcaklığın ardındaki canlılık ya da bir erkeğin göğsünden sizin göğsünüze akan o sıcak canlılık, atmakta olan yüreğin hanginizin yüreği olduğunu karıştırmanız… Karşınızdakini, az sonra, sizi bir hazzın doruklarına taşıyacak ve kendi kavramsallaştırmalarınız içerisinde sürekli olarak yeniden yarattığınız bir O olarak düşünmeyin. Bir Sen olmalı karşınızdaki, canlılığını soluduğunuz ve sırf o canlılığıyla size (Ben) işaret eden bir varlık.

Ama bir keresinde -çocuğu neyin etkilediğini bilmiyorum, ama yeterince çocukçaydı- okşama ve bana verdiği zevk dikkatimi çekti ve birden elimin farkına vardım. Oyun daha önceki gibi devam etti, ama bir şey değişmişti, artık aynı şey değildi.

Burada yaşananın bir kırılma olduğunu düşünüyorum. Sanki bir geçiş var; Ben-Sen ilişkisinden Ben-O ilişkisine. Sorun alınan zevkte değil; karşısındakini bir Sen olarak deneyimlemesinin Ben-e zevk vermemesini düşünemeyiz. Sorun sanki o zevkin farkına varmakta ve onun üzerinde yoğunlaşıp o zevki verenin üzerinde değil de o zevkin kendisi üzerinde ilerlemeye devam etmekte. Zevkin, zevk-verenin önüne geçmesi ve Benin zevk-vereni değil de zevki amaçlaması. Zevk ile zevk-veren arasında yaşanabilecek olası bir değişim, amaç-araç değişimini de peşinden sürükler düşüncesindeyim. Kendi otantikliği içinde başlı başına bir amaç olan ve zaten zevk veren bir deneyim içinde olduğunuz Sen, bir anda vereceği zevk için araç durumuna indirgenir ki bu da Senin bir O-ya dönüşmesi olarak okunabilir.

Dahası Ben-Sen ilişkisinde bir bir-liktelik durumu, Bizlik söz konusudur. İki bedenin arasında atmakta olan yüreklerin hangisinin kime ait olduğunun karıştırılması örneğiyle anlatmak istediğim buydu. Bu Bizlik durumu, bir birlik durumudur ve nelerin kime ait olduğu kesin çizgilerle belli değildir. İşte Buber, yaşadığı zevk sonucu elinin farkına vardığında Ben-Sen ilişkisindeki çatlak da oluşmaya başlamıştı. Ben, Sen ile olan ilişkisinden bağımsızlaşarak kendinin farkına varmaya başladı ki bu Beni egoya, karşısındaki Seni de O-ya dönüştürdü.

Ve ertesi gün arkadaşıma bol miktarda yem verdikten sonra onu okşadığımda başını kaldırmadı.


Hiç yorum yok: