Eskiden, orada burada kalırdım, geceyi başka evlerde, başkalarının evinde geçirirdim, ve sık sık insanlar da bize gelirdi. Çok fazla içtiğim ya da başkalarının yanında sıkıntılı olduğum için, hep bir yan odaya geçer, erkenden uyumaya giderdim. Her zaman değil ama sık sık. Bu zamanlarda, yan odadan gelen sesleri dinlerdim. İnsanların seslerini ayırt edebilirdim, ama söylediklerini değil. Bazı sözcükleri tanımlardım, ama diğer kelimeler o ayırt etmesi zor mırıltıda yokolurdu (Herkesin sesinin bir rengi vardı).
Bir süre sonra, ben öyle acı çektiğim için, konuşmaları çarpıtırdı aklım. Benim hakkımda konuşuyor olurlardı, kötü şeyler söylerlerdi hakkımda, benimle dalga geçerlerdi. Ya da ahlaksızca şeylerden bahsederlerdi, onlar için yüzüm kızarırdı ve hepsinden iğrenirdim.
Bu anlaşılmaz konuşmayı dinledikçe delirecek gibi olurdum, ama dinlememezlik de edemezdim. Konuşma, çok az kelime duyulduğu için, tamamen anlamsız olurdu benim için. Elbette bir anlam vardı ortada ama ben duyamıyordum, sadece elimdeki bir kaç kelimeyle, çaresizce anlamaya çalışıyordum konuşmanın ne anlama geldiğini. Gittikçe içim daha çok sıkılırdı, kafayı iyice takardım bu olaya. Gülerlerdi, bağırırlardı, susarlardı. Hiçbir anlam çıkaramazdım, o gecelerden anlamlı bir konuşma hatırlamıyorum aklımda kalan. Yalnızca korkunç bir sıkıntı ve çaresizlik.
Bu konuşma ise yine benim için tamamen anlaşılmaz ama tek iyi yanı kelimelerin açıkça ortada olması. Kelimeler ortada, ama anlam yok. Bir şey hakkında konuşmuyorlar “Godot” hikayesinde. Ama dinliyorum yine de, bir anlam çıkarabilmek için. İçimde korkunç bir sıkıntıyla, acaba benim hakkımda mı konuşuyorlar, acaba bilmediğim ne gibi felaketlerden bahsediyorlar, ben bakmıyorken ne kadar karanlıklar? diye.
Konu zaten Godot değil, ne de oyunun hiçbirşey hakkında olması, bütün hikaye benim için o korkunç kopukluk. Yalnızca bir yan odada olmak ta gerekmiyor. İnsanlarla gülerken, konuşurken, yaşarken, sevişirken, bazen bakakalıyorum, acaba ne diyor diye, bazen kendime şaşırıyorum, ben ne hakkında konuşuyorum diye.
Godot’yu beklemek bir bahane. Anlamayacağını bile bile konuşmak bir başkasıyla, onun kafasına çaka çaka anlatmak, anlatmak, anlam iletmeye uğraşmak bir başkasına. Tartışmalar yapmak, fikirlerini savunmak. Kafasına vururmuş gibi, anlatmaya çalışmak. Yan yana duralımda, en gereksiz nedenler için, yanımda herhangi biri olabilirdi, hiç bir özelliğin yok, yeter ki yanımda birisi dursun, ve bu anlaşılmaz hikayemi dinlesin, ağzımdan fışkıran bu anlamlara baksın, kafasını sallasın, anlıyormuş gibi yapsın, ben kendimi anlıyormuş gibi yapayım, söylediklerim anlamlıymış gibi yapayım, merak etme seni de anlıyormuş gibi davranırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder