12.10.2008

...

İnsan ararken bir şeyler işitir. Bu da bulmayı engeller. Düşünmeyi engeller.

Aramak zorundayız. Zaten hep bir arama halindeyiz. Ne olduğu bu arananın elbette önemlidir ama nasıl arandığı daha önemlidir. Sevgilinin bakışlarını, baharın gelişini, maaş gününü, Tanrının inayetini, bilimsel bir mucizeyi, akşam yemeğinin vaktini… Uzar gider bu arananlar. Belki alıntılanan eserden de yola çıkarak beklenenler.

Ama beklenen ile aranan bir değildir ki? Bekleyen, öznenin edilgen kabullenişliğini simgeler oysa arayan, eyleyen öznenin ta kendisidir. Bekleme halindeki güdülenmenin kaynağı bir umut, bir inançtır. Bir başka deyişle beklenti... Bir bakıma beklenti içinde olma durumu öznenin kendini nesneleştirdiği bir unutma halidir. Arayan ise farkını ortaya koyma çabasıyla, ne ise o aranan, peşine düşer onun tüm gayretiyle. Veya düşmelidir peşine ardı sıra.

Bekleme ile arama arasındaki fark düşünme üzerinden de çizilebilir ki aslında az önce bahsedilen eyleyen özne vurgusu bu eksenden geçer. İnsan ararken bir şeyler işitir... Bu olağan ve hatta sıradan bir durumdur. Çünkü arananlar özgün değildir çoğu zaman ve pek çok söylenen vardır onlara dair. Bu kirlenmişlik içinde temiz bir soluk için küçükte olsa bir gedik arayamayan insan, elbette klişeler içinde boğularak eyleyen oluşunun avantajını bir umudun belirsizliğine indirgemekten kurtulamayacaktır. Yani bahsettiğim unutma hali belirecek ki bu unutma öznenin tükenmişliğine tekabül etmekte. Başka bir biçimde ifade etmek gerekirse işitilenler düşünmenin önünde bir engele olarak pekâlâ durabilir.

Mesela Aristoteles’in fizik varsayımları üzerine temellenen Ptolemy astronomisi pratik hayat ile-gözlemlerle- ciddi bir uyuşmazlık içinde olan bir teori olması bakımından oluşturulduğu andan itibaren bu uyuşmazlıkların giderilmesi adına birçok destek hipoteze ihtiyaç duymuştur. Aslında uyuşmazlığın temel nedeni Aristoteles’in fizik varsayımlarından kaynaklanıyordu. John Buridan ve Nicole Oresme, iki Ortaçağ düşünürü, hareket ile ilgili varsayımların hatalı olduğuna dair bazı fikirler ve kısmen doğru fikirler geliştirmiş olmalarına karşın Aristoteles fiziğinin mutlak doğru olduğuna dair olan inançları, fikirlerini kendilerinin bile kabul etmesini engellemiştir. Yani arananı bulmuş olmalarına karşın beklenenin kıskacına takılmışlar. Düşünmeyi bir kenara bırakıp işitilmiş olanın mutlu rahatlığı içinde unutmuşlardır eyleyen olmayı.

Düşünmeyi ve bu yüzden de bulmayı engelleyen bu işitilene kurban etme, özgür eyleme alanını…

Her ne kadar alıntı düşünmenin olumsuz bir eylem hatta kötü olduğunu vurgulasa da ben bunu bir alay olarak görmeyi tercih ettim. Artık düşünme tehlikesinden uzaktayız… Bu, cehaletin verdiği o tatlı sarhoşluk halindeki, fırtınayı hiç hissetmeden hatta gelişinden bihaber, derme çatma bir barakanın içinde, mutlu mesut sayıklama durumundan başka nedir? Evet, mutlu insandır cahil insan. En mutlusudur yaşam belirtisi gösteren mahlûklar arasında. Nasıl mutlu olabilir ki arayan, düşünen insan?

Nereden gelmiş bütün bu cesetler… Bu iskeletler… Biraz düşünmüş olmalıyız… Cesetler ve iskeletler aslında düşünceleri simgeliyor burada en azından ben böyle anlıyorum. Yürüdüğümüz yol gerçekten de bir mezarlıktan farksız ama eylemenin gücünü elinde tutabilen biri, etten kemikten canlı bir vücut ortaya koyabilir ancak. Eserinin mimarı olduğunun bilincinde olan, beklemek yerine aramayı seçebilen biri…

Elbette öyle anlar var ki, öyle durumlara gebe ki hayat elimizden gelen sadece beklemek. Ama zaten mesele de biraz bu değil mi? Arananla beklenenin tam ortasında, eyleyen ben ile edilgen benin ayrımının bilincinde kök salmak hayata…

Hiç yorum yok: