Girizgah,
Lawrence’ın, Kıyamet (Lawrence,Apocalypse,Penguin Books,1980) adlı kitabına sahip olmayıp, karısına yazılan sunuş yazısını okumamış ve kitabı incelememiş olsaydım zihnimi yukardaki alıntı için daha da özgür bırakır; yazacağım alıntıyla bu alıntıyı çokça ilişkilendirmezdim. Şimdi ise tüm cümleler “bir” olmuş, Lawrence’ın zihninden benim zihnime doğru akıyor. Yapacağım zihinsel açılımlar ise yaşam temelinde beden kavramı, ölüm temelinde ise Heidegger’in Dasein’ının ölümü olacaktır. Ayrıca, Lawrence gibi kendi inancını/dinini görece farklı yorumlayarak, bunu yaşamsal (düzenli) bir öğreti olarak görmeyen biri için yaratılana, ölümlülüğe ve ölüme dair yapacağım (zihinsel) geçişlerin Lawrence’ı daha iyi anlayanlar için rahatsız edici olmamasını diliyorum:
“ ... Doğmamış ya da ölmüşler ne bilirlerse bilsinler, bir beden olarak yaşamın güzelliğini ve mucizesini bilemezler. Ölü, sonsuzluğun ardına bakabilir. Ama beden olarak burada ve şimdi yaşamanın muhteşemliği, bir süre için bizim, sadece bizimdir. Bizler yaşadığımız için, vücuda geldiğimiz için, yaşayanların bir parçası, yeniden vücut bulmuş kozmosun bir parçası
olduğumuz için vecd içinde dans etmeliyiz...” Lawrence, Kıyamet
“... yaşamın kendisinden öte yaşayan, ölümden öte ölümlü, ikisinde de var olan, ikisini de aşan”a dair...
İnsanın nasıl var olduğuna, insanın nasıl insan olduğuna girmeyeceğim. Şu an beni, insanın şu “an”daki yani zaman ve mekandaki varlığı, var olmuşluğu ve dolayısıyla yok olacak oluşu ilgilendiriyor. Lawrence'ın "kendi işidir bütünlenmek" sözüyle başlayacağım. Bu, insanın, kendi eksikliğinin farkındalığıdır. Salt varlığı gerçekleştirmenin açılımları ise zaman ve mekandalık ve (ki bu kendini zaman ve mekanda olmuşluktan uzaklaşmaya çalışarak – yani tersi biçimde de – gösterebilir) ve "var olan"ın ölümüyle zaman ve mekanda olmayışlıktır.
1 – Zaman ve mekanda yaşayan insan. Lawrence’ın deyimiyle vücut bulan, yaşayanların kozmosunun parçalarından olan. İnsanın fiziksel doyumuyla kozmosu anlama durumu. Fiziksel doyumun (sözde) sebep olduğu zihinsel doyum ve aşmışlık hissi. Tam bu noktada, Foucault’un insanın kendini gerçekleştirmesini anlatırken, bedensel doymuşluk yaşaması gerektiğine dem vurduğu sözlerini hatırladım. (Örn: kendini gerçekleştirmeyi, uyuşturucu ve S/M ilişkileri deneyimlemeyle de denk tutmuştur). İnsanın bedensel doymuşluğu için felsefenin pratikteki yansımasıdır bile denebilir. Bedenin akıp giden zamandaki var oluşu, teorinin pratikle çakıştığının en güzel örneğidir. Elbetteki bu, bu dünyayla ilgilidir. Beden hep açtır, bedenin doymamışlığa teşviki vardır çünkü. Her bir damla tatmin, varlığını gerçekleştirmenin kanıtı gibi bir fenomeni doğurur. Bu belki birazda Batı düşüncesinin temeli olabilir. Yani beden aslında sözün olmadığı yerde “kendi”yi tanımlar. Dewey’in bedensel deneyimle [somatic experience] anlatmak istediği bir anlamda budur: Bedeni okuyarak yani bedeni dinleyerek kendini gerçekleştirmektir. Yaşamın kendisinden öte yaşamak böyle birşeydir işte. Yaşamı yaşamak, yaşamla yaşamak değildir. Kendi olarak “salt” olarak yaşamaktır ki bu yaşayanı/yaratılanı diğer yaratılanlardan daha bütün kılar çünkü sözsel bir ilişki yoktur, “kendi”nin bir anlamda hayvansal olan yaşamıyla ilişkisi vardır. “Kendi”nin madde boyutundaki yaşamsallığı/yaşamışlığı, bedensel deneyimleriyle aşmışlığıdır ve bu, bütünlüğe ulaşma çabasıdır.
Bu beden ve bu bilinçte salt bir kere yaşadığına inanan biri için, Lawrence’ın bedenin yaşamışlığını değerli görmesinin sebebi, bütünlüğün yani ölümden öte ölümlüğünün ve ölmek için yaşıyor olmanın vurgusudur aslında. Lawrence’ın tüm bu bütünlüğe erme çabasında yaratandan daha yetkin sözü “kendini gerçekleştirme” durumunun farkındalığındandır; çünkü kendini gerçekleştirmeyi bir beden olarak yaşayan bilir ancak. Yaratan zaten bu gerçek/hakikat olan bu bütündür.
Doğu’da böyle değildir. Kendini gerçekleştirme, kendinden vazgeçerek, kendinden öte olana varma çabasıdır. Kendinden öte bakmaktır. Budizm’de meditasyonla açılan bilinç düzeyleri, tasavvuftaki nefs mertebeleri gibi. Her ikisinde de beden kendini, yaşamdan öte yaşar kılar ancak bu yaşamdan öte yaşamış olmak bedenin bedenliğinden çıkışıyladır bu kez. Doğu ve Batı düşüncesinin çıkış noktaları bu anlamıyla benzerdir. İkiside bedenin farkındalığı ile başlar; ancak Doğu düşüncesinde beden sadece bedeni ötelemek için aracıdır. Örneğin, meditasyon nefes alıp verme egzersizleriyle başlar, beden belli bir konumda tutulur. Bu, bedeni dinlemektir ancak dinleyiş ertesi, bedensel farkındalık yerini zihne dolayısıyla bedeni aşmışlığa bırakır. Nefs mertebeleri de böyledir. İlk mertebede (Nefs-i emmare) – her nekadar Lawrence’ın yaşamsal duruşuna ters düşse de – nefs kötülüğü emreder ve yaşamdan zevk alır. Nefsin terbiyesi ise İslam öğretisiyle, mertebeleri (dolayısıyla kendini) aşarak gerçekleşir ve Nefs yaşamsal/bedensel olandan ötelenerek/çıkarak İlahi olana, bütünleştiğine varır. “Yeryüzündeki her şey yok olmaktadır; ama Rabbinin yüzü bakidir” (Rahman 55:26-27) Yani nefsin an an yok olması onu varlığına götürür. Dolayısıyla, var olandan yani teklikten, bütünlükten, herşeyden (yani Allah’tan) ötürü yok olması onu teklikle, bütünlükle, herşeyle yani Allah’la var oluşuna, Allah’ta var oluşuna götürür. “Ve şüphesiz ki en son varış Rabbinedir” ( Necm,42)
“ikisinde de var olan, ikisini de aşan.” Bu, Doğu anlayışında biraz olanaksız çünkü beden/nefs/öz varlık bedene "muhtaç" haliyle yaşamıyor, kendini beden/nefs/öz varlık olarak aşamaz. Mamafih, Lawrence’ın “İnsanın en tutkulu şekilde istediği şey, kendi yaşayan bütünlüğü ve yaşayan birliğidir, kendi ruhunun “tecrit” edilmiş kurtalışı değil” dediğini de bildiğimden, yaşamsal bütünlüğü böylesi Deweyvari bedensel deneyim vurgusuyla anlamasını mantıklı buluyor ancak Lawrence’a Doğu düşüncesiyle karşı çıkmanın haklı mutluluğunu yaşıyorum.
2 – Yaratandan daha yetkin, yaratılandan daha bütün. Yani ölümümüzle gerçekleşen bütünlük. Heidegger, yaşadığı sürece tüm olasıklara açık olan Dasein’ın, bütünü nasıl kavrayacağını sorar. Örneğin, yaşıyorken felsefe doktoru olmayı ya da tıp doktoru olmayı seçebilirim, yani seçim yapabilirim ancak seçim yapmış olmam demek bütünü kavrayamam demektir çünkü her zaman olasıklar vardır ve bu beni “bütünlük”ten uzaklaştırır. Ölüm ise tüm bu olasıkları bitirmektedir. Var olmak ancak ve ancak yok olduğunda bütün olmak, tek olmaktır. Ölüm, Dasein’ın tekliğidir; çünkü Heidegger, var olanları var olma biçimleriyle anlar. Dolayısıyla yaşama biçimleri her zaman başka yaşama biçimleriyle belirlendiği için “var olma” salt kendi olma, kendi tekliği yani kendi bütünlüğü ol(a)maz. Bu nedenle, ölüm “var olan”ın tekliği olacaktır; çünkü ölüm bilinmez ve ölümün bir “var olma” yolu/biçimi yoktur. Ölümün kesinliği yani Lawrence’ın ölümden öte ölümlü dediği insan, ölümlüğünün farkındalıyla, öldüğü an kendini gerçekleştirecek, bütünleşme işini tamamlayacaktı. Bu nedenle "var olmak" bu anlamda da bir eksiklik olacaktır.
Lawrence bu eksikliği, yaşamın muhteşemliği diyerek örtmeye çalışsa ve bu yaşamsallıkta insanın ereğini bir aşmaya çalışma/ kendini gerçekleştirme işi olarak görse dahi Heidegger’in dünyasıyla bakarsak, bütünlüğe varmanın ölümle gerçekleştiğini söyleyerek Lawrence’a rahatlıkla “yaşamda aşmışlık” diye birşey yoktur diyebiliriz.
Bitirirken, bilinçli ve taraflı olarak seçtiğim “var olma” biçimimle (ölümlülüğümü bilerek ancak ölümümü beklemeden), “var olan” kendim için, kendimi gerçekleştirmeyi iş edinebileceğimi söyleyebilirim. Fiziksel doyumu (yaşamsallık) istemekten vazgeçmek için ya Heidegger’in dünyasında yaşayıp, o doyumun bile kendi doyumu olup olmadığını sorgulayarak başlamak ve aşmışlığı/ bütünleşmeyi ölümle çakıştırmak ya da “var olma”nın eksiklik olduğundan başlayarak ilahi olanın “var”lığını anlamak ve zaten herşey’in o bütünlük/teklik olduğunu bilerek yaşamayı teslim etmek gerekir.