5.10.2008

...

İnsan bütünü arzular…

Zor bir seçimdir yaşamak. Yaşamak tabi yaşamaksa zordur. Biyolojik varlığının ötesinde kendine dair, diğerlerine dair, her şeye dair düşünen insan yaşar. Ya da yukarıdaki alıntıda bahsedilen yaşamayı ben biraz böyle anlıyorum. Ve böyleyse, bir seçimdir yaşamak. Hayatta kalmanın ötesinde…

Birbirinden bağımsız hiçbir an anlamlı değildir. Değerlidir ama anlamlı değildir. Anlam ancak bütünselliğin çerçevesinde şekillenir. Bunu yapabilen insan yaşayan insandır. Ay altı âleme özgü bir lanetin tek talibi olan insan yaşayabilendir, ancak anlamlı hale getirmeye çabalıyorsa etrafında dizileduran anları bir araya getirmek için.

Bu açıdan yaratılmamıştır insan. Anlamı kendi kurar. Onda hazır olan, ekli olan bir şey değildir. Deneyimleri ile belirginleşir, düşünceleri ile derinleşir yaşamı. Kendi işidir bütünlemek çünkü varlığının dışında olan ve olabilecek hiçbir şey bütünlüğü verebilecek kadar tam değildir. En azından kendi varlığı dışında kaldıkça bütünün, bütün eksik kalır. Yani insanın yetkinliği yaşamasında saklıdır. Etrafımızda dolanan her insan yaşayacak diye bir şey yok. Nefes alıyor diye insan değildir insan! Yetkinliğini kullanmaya hevesli kim varsa o insandır işte.

Yaratılandan daha yetkin oluşu insanın çabasından ötürüdür. Yaratan zaten bütünün kaynağı veya ta kendisidir. Buradaki yaratan herhangi bir yaratan olabilir. İster tek tanrılı dinlerin yaratanı olsun, ister tümtanrıcının doğası olsun ister bilimcinin evrimi olsun; insandan daha yetkin değildir. Yaşayabilen insan bütünün peşinde her an yetkinliğini konuşturur, kullanır onu. Bilinmeyenin sınırlarına yaklaşma adına bilineni basamak basamak kullanır, üst üste koyar ve bir yapı inşa eder. Hangi yaratan böylesine zahmetli bir işe kalkışabilir ki? Kendinde olmayan, mevcut olmayan, bilgisine sahip olmadığı bir şeyi nasıl oluşturabilir yaratan? Tanım gereği imkânsızdır bu yaratan için ki hangi yaratandan bahsedersek bahsedelim. İnsanın, karşısında edilgen kaldığı eyleyen yaratan…

Yaratılandan daha bütün çünkü hiçbir nesne anlamını kendince bulamaz, değer kazanamaz. İnsan bütünleştirir onları. Ancak insan ilişkilendirir düşen bir taşı yer çekimi kuramı ile ve insandan başkası değildir gülü aşkın sembolü haline getiren. Nedenler ve sonuçlar, tahminler, varsayımlar hep nesneler etrafında dönse de devindiren insandır hepsini. Birbirinden bağımsız birçok parçanın bir araya geliş nedeni insanın bütünü yakalama arzusundan başkası değildir.

Platon’un İdealar Dünyasını, Aristoteles’in Ereksellik kavramını, Descartes’in solipsizmden kaçış noktasını, Kantta aklın yanılgıya düştüğü yeri, Viyana Çevresinin metafiziği attığı noktayı bir de bu varsayım üzerinden okumaya çalışırsak, insan bütünü arzular, alıntı daha bir anlam kazanıyor. Tüm felsefe tarihi üzerine konuşabilecek bilgim yok hatta az önce adını andığım filozofların görüşlerine bile tam anlamı ile hakim değilim. Ama ister istemez bir düşünce belirmeye başlıyor zihnimde. Bir bakıma tüm felsefe insanın bütünü arama arzusunun ürünü…

Yalnızca felsefe değil, bilim de böyle din de böyle. İnsan yetkinliğini konuşturma adına, parçalara anlam yükleme adına ulaşabildiği ne varsa toplama çabası içinde bir bütünün çatısı altında. Bir inşa etme işi bu. Geometri yapmak ile fizik yapmak arasında bir fark yok bu açıdan. Hepsi insanın kurduğu suni yapılar… Ama bir o kadar temsili gerçeğin, çünkü gerçek tam da o suni yapılar, yani insanın yetkinlik çabası.

Peki, bu bütün denilen şey, her neyse artık bu, hem bu yazıda hem de alıntının alıntılandığı denemede sıkça bahsedilen bu bütün ne?

“Yüzümü çeviriyorum, kör ama gene de bilen yüzümü; güneşe dönen bir kör adam gibi, yüzümü bilinmezden yana çeviriyorum, başlangıca; yüzünü güneşe kaldıran kör adam gibi yaradılışın kaynağından içime süzülen akışın tatlılığını seziyorum. Kör, sonsuza değin kör, ama bilen; payımı alıyorum, kendi kendime öğreniyorum yaratıcı bilinmezin gücünü.”

Lawrence, Anka Kuşu, sayfa 29

Bilmiyorum. Kimse de bilemez. Ancak bilmeye çalışırız. Hiç olmayabilir de. Zaten mesele onun ne olduğundan öte bir mesele. Onun ne olduğuna dair düşünen insanın ne ürettiği, ne ortaya koyduğu. İlla gelmesin aklımıza kalın kitaplar, pekâlâ bir yaşam da konulabilir ortaya. Yaşamca bir yaşam… Bahsettiğim arzuyu, içgüdüyü inkâr etmek bile, bütünü inkâr etmek bile bu arzunun ürünü değil mi biraz ve bu yüzden de değerli değil mi?

Hiç yorum yok: